20/12/2024
Hande Eagle: Neden bir Avrupa şehrini değil de Londra'yı yaşamınıza katmayı seçtiniz?
Seçkin Pirim: Londra tam olarak karar verip taşındığım bir yer değil aslında. Tamamen akışı ile gelişen bir süreç. Pandemi öncesinde New York'da bir galeriyle çalışıyordum. O süreçte orada daha fazla vakit geçirmek ve New York sanat dünyasının içinde daha çok olabilmek için Brooklyn'de bir atölye açtım. Fakat tam da pandeminin ilk zamanlarına denk geldiği ve sonrasında da pandemi devam ettiği için ne yazık ki atölye verimli olamadı. Gidip gelmesi de beni çok yormuştu. Pandemi sonrası o atölyeyi kapatma kararını aldığım sırada Londra'da yaptığım bir proje ile atölyeyi buraya taşıma kararı aldım. Biraz o projenin hayatıma girmesi ile oldu. Öncesi çok aklımda yoktu açıkcası. Şu an çok doğru bir karar olduğunu ve mutlu olduğumu söyleyebilirim.
H.E: Triennale Milano'da devam etmekte olan serginiz kişisel ve toplumsal anlamda neden önemli?
S.P: Milano'daki serginin ilk olarak benim için özel tarafı, İtalya'daki ilk kişisel sergim olması. Bu teklif geldiğinde bu sebeple çok heyecanlandım. İtalya'da fuarlar hariç kişisel bir sergi ile izleyici karşısına geçmemiştim. Ayrıca Triennale'nin büyük bir izleyici kitlesine sahip olması da benim için çok önemliydi. Bir ikincisi, şu ana kadar yurtdışı kişisel sergilerimde ortaya koymuş olduğum en büyük işlere ev sahipliği yapıyor olması. Ayrıca, müze tarafından da onlar adına şu ana kadar sergilenmiş en büyük dış mekan işi olması.
H.E: Serginin küratoryel bakışıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
S.P: Serginin küratörlüğünü Tommaso Tovaglieri üstlendi. Kendisi ile bir buçuk senedir bu serginin üzerinde çalışıyoruz. Yapılacak yeni işlere ve geçmiş dönemden sergilenecek işlere birlikte karar verdik. Gene benim için önemli olan ilk defa İtalyan bir küratörün işlerimi okuması oldu. Bu anlamdaki birliktelikten son derece memnunum.
"Gate of Eye aslında serginin bütününü düşünürsek geçmişten geleceğe bakan bir göz.
Antik çağlardan şimdiye.
Ve aslında sergiye bir giriş kapısı gibi. Dediğin gibi birçok şeyi içinde barındıran bir iş.
Aynı zamanda, hissettiğin gibi bizdeki nazar boncuğuna da atıfta bulunuyor. "
SEÇKİN PİRİM
H.E: Sergilenen tüm eserler büyük boyutlu ve ya yepyeniler ya da son bir-iki sene içerisinde üretilmişler. Fakat sergiyi gezerken bazılarının hasar görmüş olduğunu fark ettim. Sizin bu konuda bilginiz var mı? Eserler size geri döndüğünde tamir edilecekler mi?
S.P: Evet, dediğim gibi bunlar yurtdışında şu ana kadar sergilediğim en büyük işlerden. Yer alan 12 işin yarısı tamamen ilk defa bu sergide görülüyor. Diğerleri ise bu sergi için özel olarak hazırlanmamış olsa da 2024 senesinin işleri. İşlerdeki bahsettiğin hasarların ufak bir kısmı taşıma sırasında gerçekleşmiş olup, yerinde müdahale etme şansımın olmadığı hatalar. Ama fotoğrafladığın hasarların bazıları ne yazık ki yeni. İnsanlar dokunmayı seviyor. Tabii ki işlerin bu halde herhangi koleksiyona gitmesine izin veremem. Sergi bitiminde mutlaka tüm hasarların onarılması gerek.
H.E: Triennale binasının hemen önünde konumlandırılmış olan Gate of Eye (Göz Kapısı) anıtsal bir çalışma. Sizin için anlamı nedir? Neden bu şekilde konumlandırıldı? Eğer önünde durursanız, ağaçları ve şehri görüyorsunuz, gözden hayata açılan bir pencere gibi. Öte yandan sırtınızı şehre verip, heykelin arkasında durup müzeye doğru bakarsanız, Triennale'nin giriş kapısını görüyorsunuz. Heykelinizi mavinin bu tonuna boyadığınızda "nazar boncuğuna" bilinçli olarak mı ithafta bulundunuz? Kötülük sanat dünyasına mı dâhil yoksa "dışarıda" mı?
S.P: Gate of Eye aslında serginin bütününü düşünürsek geçmişten geleceğe bakan bir göz. Antik çağlardan şimdiye. Ve aslında sergiye bir giriş kapısı gibi. Dediğin gibi birçok şeyi içinde barındıran bir iş. Aynı zamanda hissettiğin şekilde bizdeki nazar boncuğuna da atıfta bulunuyor. Mavi olması bu yüzden, evet. Üzerimde yıllardır taşıdığım ve manevi açıdan önemli olan bir tane var. Bir anlamda da bu serginin nazar boncuğuda bu iş. Sorunun ikinci kısmına gelirsek benim için dünyada, insan ile ilgili sadece bir ayrım var. O da iyi insanla kötü insan arasındaki ayrım. Onun dışında din, dil, ırk, inanç ayrımı yok. Bu sebeple kötü enerjiye sahip insanlar her alanda var ne yazık ki.
H.E: Günümüzün küresel siyasi ikliminde bir sanatçı olarak kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? Sizce sanatınız politik mi?
S.P: Aklı çalışan ve düşünen bir insanın bir noktada politik olmaması mümkün değil. Bir sanatçı olarak bunu işlerine birebir yansıtmayı tercih eden biri değilim. Burası benim başka bir dünya da mutlu olduğum ve temiz kalmasını istediğim bir alan. Bireysel hayatımız içerisinde çok fazla politik kirliliğe maruz kalıyor ve bununla savaşıyoruz. İşleri üretirken daha çok kendinden yola çıkan, kendi dünyasının derinliklerinden konular yakalayan biriyim.
"Hayatım değiştikçe işler de doğru orantılı değişiyor.
Hiçbir işi yapmış olmak için yapmadım. Ya da o sırada sanat piyasasında popüler ne ise onun peşine gitmedim. Tüm yaşantım sanat üzerinden. O sebeple hayat değiştikçe işler değişti!"
SEÇKİN PİRİM
H.E: Sanat tarihçisi ve küratör Marcus Graf'la 2014'te yaptığınız ve Artful Living'de yayımlanmış bir röportajda; "Günümüz teknolojisinde lazer diye bir alet varken, ki benim bir ayda yapacağım işi bir günde yaparken, bunu elle yapmak bana çok anlamlı gelmiyor. Bu bana zamanla birlikte, mesleki anlamda daha hızlı ilerlememi de sağlıyor. Çünkü sonuçları daha hızlı görüp bir sonraki iş için daha hızlı kararlar alabiliyorum" demiştiniz. Mesnevî-i Ma'nevî'nin de sanat pratiğinizin üzerindeki etkilerinden sıklıkla bahsettiğinizi biliyorum. Fakat, sizin de bildiğiniz gibi Sûfîzm derin düşünceyi ve kararları zaman içerisinde almayı teşvik ediyor. Sanatınızı üretim şeklinizle bu denli manevî bir eser arasındaki ikilemi açıklamanız mümkün mü? Sizin için bu kadar hızlı bir biçimde üretim yapmak neden bu kadar önemli?
S.P: İşlerin ana kısımlarında teknolojiyi kullanıyorum. Sonrası el ile devam ediyor. Çalışırken aklımda ortaya çıkarmak istediğim birçok düşünce var. Bunları, başkası için değil öncelikle kendim görmek için yapıyorum. Bu durumda sonucun birebir aynı olacağını düşündüğüm işlerde mesela kağıtların kesim aşamasında lazer makinasını kullanıyorum. Ki bunun da hiçbir zaman eserin değerini düşüreceğini düşünmüyorum. Evet, ne yazık ki biraz aceleci biriyim. Hâlâ bu yönümü törpülemeye çalışıyorum. Mevlânâ'nın ‘birden bütüne’ cümlesi ile hayatımda ve işlerimde çok önemli bir yeri var. Ve hâlâ da etkisini sürdürmekte. Mevlânâ'nın birçok öğretisi yaşamıma nüfuz etmiş durumda. Senin de farkettiğin gibi bu acelecilik konusunda çalışmaya devam etmem gerekiyor sanırım. :-) Hayat ile ilgili bunu becerdim ama işlerle ilgili ne yazık ki…
H.E: Bir sanatçı olarak son 10 yılda ne kadar değiştiniz?
S.P: Son 10 yıla bakarsak, hayatım değiştikçe işler de doğru orantılı değişiyor. Hiçbir işi yapmış olmak için yapmadım. Ya da o sırada sanat piyasasında popüler ne ise onun peşine gitmedim. Tüm yaşantım sanat üzerinden. O sebeple hayat değiştikçe işler değişti! 10 yıl önce ciddi bir simetri takıntım vardı ve işler tamamen simetrikti. Bunu işlerimde yenebilirsem hayatta da düzelir dedim ve simetrisi tamamen bozuk işlerden oluşan "Glitch" başlıklı bir sergi açtım. Yaparken çok zorlandım ama sonrasında bu simetri takıntısı ortadan kalktı. Belki de geçtiğimiz 10 yılda değişen en önemli kısımlardan biri bu olabilir. Son iki senedir Londra'da olmak da işlerde bir değişiklik göstermeye başladı. Bunun psikolojik hissiyatını belki önümüzdeki sergide açıklayabilirim.
H.E: "Duvardaki resim de insana benzer; bir bak, şekilce nesi eksik?" Mesnevî-i Ma'nevî'den bir alıntı (s.69, 17b). Sizce eserlerinizin içerisindeki ve etrafındaki negatif alanlar eserinizi yaratmanıza ne derecede olanak sağlıyor? Çalışırken eserin kendisinden çok boşlukları düşündüğünüz oluyor mu?
S.P: Heykellerdeki boşluk benim için doluluktan daha önemli. Yapıt hava almalı. Bir geçiş yaratmalı. Bazı işlerim var ki insanın içinden geçip yürüdüğü... Sergilerde heykelin etrafında dönmek diye bir tabir vardır. Ben aynı zamanda içinden de geçmek lazım kısmını ekledim. Leonard Cohen'ın sevdiğim bir şarkısındaki güfteden esinlenen bir heykel yapmıştım. O söz de aslında hissiyat olarak benim heykel anlayışıma yakın: "Forget your perfect offering. There is a crack, a crack in everything. That’s how the light gets in… (Mükemmel bir adak sunmayı unut, herşeyde bir çatlak, bir çatlak var herşeyde, ışık böyle sızıyor içeriye...)"
H.E: Sarcophagus I (Lahit 1) ve Sarcophagus II (Lahit 2) adlı eserlerinizin bağlamlarına ışık tutabilir misiniz? Özellikle üç yılan başı ve üç kaplumbağa içeren imgelem üzerine... Bu eserleriniz ile Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu ile yılan oynatıcılarını konu alan eserler üretmiş diğer Oryantalist ressamların eserleri arasında çeşitli bağlantılar sezdim.
S.P: Lahitler antik kentler ile ilgili başladığım bir seriden. Özellikle Afrodisyas kentinden. Orası benim için önemli ve ruhâni bir mekân. Önemli oluşunun bir nedeni de dünyanın ilk heykel okulunun burada kurulmuş olması. Burada birçok lahit, heykel ve sütun, ustalar ve öğrenciler tarafından yapılıyor sipariş üzerine ve dünyanın birçok noktasına gönderiliyor. İnanılmaz işçiliğe sahip, ustaca işler var. Hiçbir antik kentte göremeyeceğiniz heykeller orada. Bu şehri çok kez gezdikten sonra kendi lahitimi yapmaya karar verdim. Orada gördüklerimin birçoğunda lahiti koruyan hayvanlar ve bazı simgeler vardı.
Benim için simgesel anlamda önemli olan iki hayvan kaplumbağa ve yılan. Kaplumbağa hayranlığı belki de biraz önce konuştuğumuz acelecilik meselesi üzerinden de olabilir. Onun yavaşlığına kavuşabilme arzusu. Yılan ise yıllar evvel bir astrologun bana söylediği koruyucu hayvanlarımdan birinin yılan olması yüzünden. Bu sebeple kendi lahitlerimi onlar koruyorlar.
H.E: Grey Columns (Gri Sütunlar) adlı çalışmanız 80 kat Bristol kartonunun bir araya gelmesiyle vücut bulmuş. Neden bu malzemeyi seçtiniz ve neden 80 kat?
S.P: Grey Columns önümüzdeki yıl yapacağım serginin ilk adımlarını teşkil ediyor. Bu gri kolonların her biri 80 kattan oluşuyor. Aslında bu kağıt işlere başlarken belirlediğim bir sayıydı. ‘Disiplin Fabrikası’ başlıklı o ilk sergide bu yüzyıldaki ortalama insan ömrünü simgeleyecek bir davranıştı ve o serginin konsepti ile alakalıydı. Sonrasında bu kağıt işlere devam ederken aynı sayıyı hepsinde kullanmaya karar verdim. Ortalama bir insan ömrü olarak.
H.E: Gelecek projelerinizden bahsedebilir misiniz?
S.P: Önümüzdeki yıl İstanbul galerim olan Dirimart'da mart ayında kişisel bir sergim olacak. Ardından mayıs ayında Baksı Müzesi'nde bir başka solo sergim yer alacak. Bir de tüm yıla yayılan fuarlar var: Art Basel, Art Dubai, Art Singapur ve New York Armory. Bu fuarlarda da yeni işler yer alacak. Henüz bilmediğim sürpriz sergiler ve projeler de olur umarım.
Seçkin Pirim ve Triennale Milano'ya teşekkürle.
Seçkin Pirim sergisi 19 Ocak 2025'e dek Triennale Milano'da ücretsiz olarak ziyarete açık.
Seçkin Pirim hakkında bilgi için tıklayın: Seçkin Pirim
Bu yazılı röportaj Hande Eagle tarafından redakte edilmiştir. Tüm hakları saklıdır.